Mısır’da 3 Temmuz 2013’te yaşanan askeri darbenin üzerinden beş yıl geçti. Darbe sonrasında ortaya çıkan rejim, ülke tarihinin en baskıcı yönetimi olarak kabul edilirken, sürekli kötüye giden ekonomi, Mısırlılar için hayat şartlarını giderek zorlaştırıyor. Sisi rejimi, siyasi açıdan Batı ülkelerinin desteğini alırken ekonomik anlamda da özellikle Körfez ülkelerinin mali destekleriyle ayakta kalmaya çalışıyor. Öte yandan dış politika alanında da Sisi rejiminin başarısız bir performansı olduğu söylenebilir. Bölge ülkeleriyle yaşanan krizler ve bazı dış politika tercihlerindeki hatalar, Mısırlıların Sisi rejimine karşı memnuniyetsizliğini en üst düzeye çıkarmış durumda.
2013 yılında gerçekleşen askeri darbe, ülkede 1952’den bu yana gerçekleştirilen ilk demokratik ve şeffaf seçimlerle cumhurbaşkanı seçilen Müslüman Kardeşler üyesi Muhammed Mursi’nin görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştı. Hareket üyeleri darbeyi kabullenmeyerek sokaklara dökülmüş ve barışçıl protestolarla darbeci askerlerin Mursi’yi serbest bırakmasını ve barakalarına geri dönmesini istemişti. Ancak darbeyi gerçekleştiren Genelkurmay Başkanı Abdülfettah es-Sisi, Mursi’ye oy veren milyonlarca Mısırlının taleplerini göz ardı ederek Müslüman Kardeşler hareketine karşı geniş çaplı bir baskı politikası başlattı. Bu çerçevede hareketin üst düzey üyeleri tutuklanırken, binlerce darbe karşıtı sivil de gözaltına alındı.
14 Ağustos 2013’te Rabiat’ül-Adeviye meydanında darbeyi protesto etmek amacıyla toplanan Müslüman Kardeşler üyelerine yönelik askeri operasyon, darbe sonrası süreçte bir dönüm noktası oldu. Birkaç saatlik operasyon sırasında iki binden fazla sivil öldürüldü ve izleyen dönemde hareketin Mısır siyaset sahnesinden tamamen silinmesi amacıyla geniş kapsamlı tutuklamalar yapıldı. Müslüman Kardeşler daha sonraki süreçte “terör örgütü” ilan edilirken, harekete üye onbinlerce kişi tutuklu kalmaya devam etti ve İhvan’a ait mal varlıklarına rejim tarafından el konuldu.
İhvan dışındaki muhalifler de baskı altında
Müslüman Kardeşler üyelerine yönelik yargı süreçleri rejimin kontrolündeki sivil ve askeri mahkemelerce gerçekleştirilirken, sadece barışçıl gösterilere katıldıkları ve darbeye karşı geldikleri için hapsedilen binlerce kişi idam cezasına çarptırıldı. Yine bu dönemde hapishanedeki Müslüman Kardeşler üyelerine işkence yapıldığı, tıbbi müdahaleden yoksun bırakıldıkları, insani olmayan koşullarda kalmaya zorlandıkları ve aylarca süren tecrit cezalarına maruz bırakıldıkları çeşitli insan hakları kuruluşları tarafından rapor edildi.
Sisi rejiminin baskı politikası sadece Müslüman Kardeşler üyeleriyle sınırlı kalmadı. 3 Temmuz 2013 darbesi öncesinde Mursi karşıtı gösterilere destek olan ve darbe sırasında da Sisi’yi destekleyen 6 Nisan Hareketi ve Devrimci Sosyalistler gibi diğer sivil hareketler de Sisi rejiminin hışmına maruz kaldı. Bu hareketler darbeyi izleyen süreçte rejimin baskıcı politikalarını eleştirmiş ve 2011’de başlayan devrimin kazanımlarının kaybedildiğini ifade ederek Sisi yönetimine karşı eleştirel bir tutum takınmışlardı. Rejimin bu eleştirilere karşı tutumu sert oldu: 6 Nisan Hareketi de terör örgütleri listesine alındı ve liderleri tutuklandı. Öte yandan ülkedeki sosyalist ve seküler muhalifler de Sisi rejiminin baskıları nedeniyle sessiz kalmaya mecbur oldu. Rejimin bu gruplar üzerindeki baskısı günümüzde halen devam ediyor. Sisi’nin yeniden devlet başkanı seçildiği 2018 seçimlerini izleyen dönemde, aralarında Vail Abbas, Emel Fethi, Şadi el-Gazali Harb ve Şadi ez-Zeyd’in de bulunduğu seküler muhaliflere yönelik yeni bir tutuklama kampanyası başlatıldı.
Sisi rejimi 2013’ten bu yana uyguladığı baskı politikaları kapsamında ciddi insan hakları ihlallerinde de bulunuyor. Bu çerçevede, basın özgürlüğünü kısıtlayan kanunlar çıkarılarak medyanın rejim tarafından kontrol edilmesinin önü açılırken, sivil toplum örgütlerinin de denetim mekanizması güçlendirildi ve faaliyet kapasitesi ciddi biçimde sınırlandırıldı. Özellikle yurtdışı destekli sivil toplum kuruluşu faaliyetlerinin engellenmesi konusunda Sisi rejiminin yoğun bir çaba içerisinde olduğu görüldü.
Batılı liderlerin darbe rejimine desteği
Sisi rejiminin ülkedeki sivil muhaliflere yönelik baskı politikalarını ve insan hakları ihlallerini sürdürebilmesinde etkili olan unsurların başında, rejimin Batılı ülkeler tarafından meşru bir yönetim olarak kabul edilmesi ve yine bu ülkelerin Mısır’daki hak ihlallerine karşı tepkisiz kalması geliyor. Birçok Batılı lider darbenin baş aktörü Abdülfettah El-Sisi’yi resmi törenlerle ağırlayarak darbe rejimine ihtiyaç duyduğu uluslararası meşruiyeti sağlarken, Mısır’daki insan hakları ihlallerini görmezden geldiler. Öyle ki Sisi’nin 2017 yılında Fransa’ya düzenlediği ziyaret sırasında, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un basın mensuplarının “Mısır’daki insan haklarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?” şeklindeki sorusuna “Başka ülke liderlerine insan hakları konusunda ders veremem” cevabını vererek konuyla ilgili yorum yapmaktan kaçınması, insan hakları savunucularının tepkisini çekmişti.
Öte yandan Sisi’nin demokratik ve şeffaf olmayan, ağır bir baskı ortamında gerçekleştirilen seçimler sonrasında cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Batılı liderler tarafından tebrik edilmesi de dikkat çekiciydi. Bu durum 2014 ve 2018 yılındaki seçimlerden sonra açık biçimde gözlemlendi. 2014 yılında yapılan ve Sisi’nin yüzde 96,9 oy alarak kazandığı seçimlerin ardından, ABD bir açıklama yayınlayarak Mısır’daki yeni yönetimle stratejik işbirliği kurma konusundaki isteğini vurguladı. Almanya Cumhurbaşkanı Sisi’yi tebrik eden bir açıklama yayınlarken İngiltere, Fransa ve İtalya dışişleri bakanları Sisi’yi arayarak seçim zaferini kutladılar. Benzer bir durum 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında da yaşandı. Seçime giden süreçte kendisine karşı rakip olabilecek adayları tutuklatan ya da yarıştan çekilmeye zorlayan Sisi, Musa Mustafa Musa’ya karşı yarıştığı seçimlerde oyların yüzde 97’sini alarak yeniden devlet başkanı oldu. Yine birçok Batılı lider seçim sonrası Sisi’yi bizzat arayarak tebrik etti ve aralarında ABD Başkanı Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Matterella, İngiltere Başbakanı Theresa May ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de bulunduğu birçok Batılı ülke lideri, bir anlamda Mısır’daki baskı rejiminin meşruiyet kazanmasına destekte bulundu.
Bozulan ekonomi ve dış politikada zafiyet
Darbe sonrası dönemde Sisi rejiminin karşılaştığı en önemli problemlerden biri de ekonomideki kötü gidişat. Darbenin yarattığı istikrarsızlık, siyasi belirsizlik, terör saldırıları ve güvenlik endişeleri, Mısır ekonomisini olumsuz etkiledi. Gerileyen yatırımlar, düşen turizm gelirleri, artan işsizlik, yüksek enflasyon ve kötüleşen makro-ekonomik veriler Mısır’da yaşam koşullarını giderek zorlaştırıyor. Sisi rejimi bu problemleri aşabilmek adına, darbeye destek olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerinden aldığı destekle ekonomiyi işler biçimde tutmaya çalışıyor. Petrol fiyatlarının gerilemesine paralel olarak Körfez ülkelerinin finansal destek konusunda isteksiz davranması Sisi’yi yeni alternatifler bulmaya itti. Bu noktada Uluslararası Para Fonu (IMF) ile görüşmeler başlatan Sisi yönetimi, kısa süren müzakerelerin ardından, bu kurumdan 12 milyar dolarlık kredi almayı başardı. Ancak IMF kredisinin koşulları Mısır’da dar gelirli kesimleri olumsuz biçimde etkiliyor. IMF’nin reform talepleri doğrultusunda Mısır yönetimi elektrik, petrol ve temel gıda maddelerinin fiyatlarını artırmak zorunda kaldı. Bu durum ise zaten ekonomik darboğaz içindeki halkın yönetime karşı tepkisini daha da artırdı.
Son olarak, darbe sonrası dönemde ülke dış politikası da birçok krizle karşı karşıya kaldı. Bunda Sisi rejiminin yanlış dış politika tercihleri etkili olurken, Mısır’ın bölgesel politikalarda etkinliğinin giderek azaldığı gözlemlendi. Etiyopya’nın inşa ettiği Rönesans barajı projesinde Addis Ababa yönetimi ısrarla Mısır’ın taleplerini göz ardı ederken, Sudan yönetimi Mısır’ın yönlendirmelerini umursamayarak Türkiye ile ilişkilerini geliştirdi. Öte yandan, Katar ve Libya krizlerinde Suudi Arabistan ve BAE ile hareket eden Mısır, her iki konuda da bir bakıma bu ülkelerin güdümünde hareket etti ve ciddi bir etkiye sahip olamadı. Filistin’de yaşananlar ve İsrail’le ilişkiler, Mısır yönetimi açısından tam bir hayal kırıklığı olarak görülebilir: Sisi rejimi Tel-Aviv yönetimiyle stratejik işbirliğine gitti, İsrail ordusunun Sina’daki hedeflere yönelik operasyonlar düzenlemesine onay verdi. ABD’nin Kudüs’ü başkent ilan etmesinin ardından İslam dünyasından yükselen tepkilere rağmen, Mısır’ın düşük düzeyli bir profil izlemesi, Sisi rejiminin hem içeride hem de Arap kamuoyunda prestij kaybetmesine neden oldu.
Bu açılardan değerlendirildiğinde, 2013’teki darbenin ardından Mısır’daki Sisi rejiminin, iç politikada istikrarı sağlayamamış, ekonomik anlamda kötü gidişi engelleyememiş ve dış politikadaki yanlış tercihleriyle ülkeyi bölgesel düzeyde pasif bir aktör haline getirmiş bir yönetim olduğu tespit edilebilir. Ülkedeki siyasi konjonktür ve ekonomik durum göz önünde bulundurulduğunda ise Mısır’ın bu çıkmazdan kurtulmasının zor olduğu söylenebilir.