Menü Kapat

İdam kararlarının Mısır devrimi için anlamı

Mısır’da idealize edilmiş devrimci hedefler, küçük hesapların kurbanı oldu. Müslüman Kardeşlerin dışlayıcı olduğu iddiasıyla örgütlenen devrimci hareketler, hiç beklemedikleri biçimde karşı-devrimci güçler tarafından araçsallaştırıldı. Bu aktörlerin tecrübesizliği, kendilerini statükonun korunmasına adamış karşı-devrimci güçlerin tecrübesine yenik düştü.


Mısır’da demokratik seçimlerle göreve gelmiş ilk cumhurbaşkanı olan ve askeri darbe ile devrilen Muhammed Mursi’ye ve birçok Müslüman Kardeşler üyesine verilen idam ve müebbet hapis cezalarının siyasi olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Cezaların işlendiği iddia edilen suçlarla orantısız olduğu gerçeği ise, Mısır mahkemelerinin aldığı bu kararların ne kadar adaletsiz olduğunun göstergesi olarak okunabilir. Peki bu kararların arkasında nasıl bir irade ve motivasyon aranmalıdır? Arap devrimleri olarak başlayan ayaklanma dalgasının Mısır özelinde karşı-devrim hareketiyle yüzleşmesi ve ciddi anlamda tökezlemesini hangi hatalar bağlamında düşünmek gerekmektedir? Bu durumu anlayabilmek için yine bu sürecin özünde yer alan Mısır örneğini ve burada yaşanan karşı-devrim girişimini dikkatli biçimde analiz etmek gerekmektedir.

Mısır’da hem 25 Ocak 2011’de yaşanan devrim, hem de 30 Haziran 2013’teki gösterilerle ateşlenen ve 3 Temmuz’daki askeri darbeyle en ciddi hamlesini yapan karşı-devrim süreci halen tazeliğini koruyor. Karşı-devrimin var gücüyle cezalandırdığı devrimci aktörler, 25 Ocak 2011’de başlattıkları süreci diri tutmaya çalışıyorlar. Başta Müslüman Kardeşler olmak üzere 6 Nisan Hareketi ve Devrimci Sosyalistler gibi gruplar bu süreçte en yoğun cezalandırmalara maruz kalıyorlar. Silahlı Kuvvetler kadroları önderliğinde, eski rejim kalıntılarının domine ettiği yargı aracılığıyla ve yine Mübarek döneminde zenginleşen iş dünyasından figürler ve medyanın desteğiyle gerçekleşen bu karşı-devrim sürecinde Mısır, modern zamanlarda tecrübe edilen en çetin devrimci mücadeleye sahne oluyor. Burada yaşanan en büyük çelişkilerden birisi ise 3 Temmuz 2013’teki askeri darbeye destek olan kimi grupların da karşı-devrim sürecindeki baskıdan nasiplerini almaları. Bu durum aslında Mısır’daki devrim hareketinin böylesi ciddi bir biçimde gerilemesinin nedeni konusunda da ipuçları veriyor.

Devrim yanılgısı olarak tanımlanabilecek bu durum, devrimci aktörlerin birbirleri arasında çıkan anlaşmazlıklar üzerine esasında devrimci olmayan aktörlerle işbirliğine gitmeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Devrim hareketinden rahatsız olan eski rejim aktörlerinin manipülasyonuna ve yanlış yönlendirmelerine kapılan “tecrübesiz devrimciler” kurdukları zayıf ittifaklarla devrim sürecini ilerletebilecekleri yanılgısına kapıldılar. Asıl motivasyonu devrimi durdurmak ve bu süreçte rol alan aktörleri cezalandırmak olan karşı-devrimciler, 25 Ocak 2011 Devrimi’nin seküler-liberal olarak tanımlanabilecek ve 2012’de Mursi’ye destek veren ancak daha sonra fikir ayrılığına düşen aktörlerin “tecrübesizliğinden” iyi faydalanarak onları karşı-devrim sürecinde bir enstrüman olarak kullanmıştır. 3 Temmuz’daki askeri darbe sürecinde Silahlı Kuvvetler’e destek olmak amacıyla meydanlara inerek ordunun tanklarına eşlik eden birçok aktivist, darbeden kısa bir süre sonra o tankların kendilerine yöneldiğini görmüş ve sürecin “kullanışlı devrimcileri” olduklarını fark etmişlerdir. Bu sürecin en karlı çıkan aktörleri ise dışarıdan aldıkları destekle karşı-devrim sürecini başarıyla yürüten Mısır ordusu ve yeniden iktidar pozisyonlarını elde etmeyi başaran eski rejim kadrolarıdır.

Devrim yanılgısı

Devrim yanılgısına kapılan aktörlerin bu siyasetinin doğrudan etkilediği grup 25 Ocak 2011 Devrimi’nin ardından hızla iktidar kadrolarına gelen ve uzun yıllar otokratik bir yönetime sahne olan bir ülkede demokratik siyaset yapma çabası içerisinde olan Müslüman Kardeşler hareketi olmuştur. Sisi yönetimi nazarında İhvan’ı diğer devrim hareketlerinden daha “tehlikeli” kılan ise hareketin toplumsal anlamda ciddi bir tabana hitap etmesi ve güçlü bir desteğe sahip olmasıdır. Bu yüzden hareket karşı-devrim sürecinde baskıya maruz kalan diğer gruplardan çok daha ağır biz cezalandırma sürecinden geçmektedir. Sisi yönetiminin Müslüman Kardeşler hareketine karşı böylesi bir öfkeyle muamele etmesinin arkasında şüphesiz hareketin 25 Ocak 2011 Devrimi ve sonrasındaki süreçte oynadığı rol yatmaktadır. Bu rol Müslüman Kardeşlerin hem Mısır’da hem de Ortadoğu’da yerleşik düzenleri değişmeye zorlama potansiyeli anlamına da geldiğinden hareket bölgesel bir tehdit olarak da görülmüş ve bu durum Ortadoğu ve dünyadaki birçok aktörü endişelendirmiştir. Hareketin bu potansiyelini sınırlamak veya tamamen ortadan kaldırmak isteyen aktörler Mısır’da Sisi yönetiminin İhvan’a yönelik baskı politikalarına ses çıkarmayarak bir anlamda buna destek olmuşlardır.

Müslüman Kardeşlerin iktidar serüveni de bu devrimci yanılgıdan etkilenmiştir. Devrimin başarıya ulaştığı zannı yerini kısa sürede umutsuzluğa bırakmıştır. Müslüman Kardeşler ve diğer devrimci gruplar arasında gün yüzüne çıkan anlaşmazlıkların kısa sürede büyümesi, 25 Ocak Devrimi’nden rahatsız olan kesimlerin devreye girmesine neden olmuştur. Başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere eski rejim aktörleri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi bölgesel güçlerin desteğini de alarak karşı-devrim sürecini başlatmışlar ve 3 Temmuz 2013’teki darbeyle 25 Ocak Devrimi’ni büyük oranda durdurmuşlardır. Darbenin ardından birçok Batı yönetimi, Sisi’ye doğrudan ya da dolaylı olarak destek vermiş ve karşı-devrim sürecinin başarılı olmasına katkıda bulunmuştur. Böyle bir ortamda Sisi yönetimi dışarıdan aldığı destekle meşruiyetini sağlamaya çalışırken, içeride de Müslüman Kardeşlere yönelik baskısının dozunu her geçen gün artırdı.

Harekete yönelik baskının boyutu karşı-devrimci cephenin öfkesinin anlaşılması konusunda ipucu vermektedir. Askeri darbenin hemen sonrasında Müslüman Kardeşler hareketi yasaklanmış ve faaliyetleri durdurulmuştur. 2013’ün Aralık ayında ise mahkeme, hareketi terör örgütü ilan etmiştir. İzleyen dönemde tutuklamalar artmış, darbe karşıtı gösterilere katılanların hemen hemen hepsi Müslüman Kardeşlere, dolayısıyla terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklanmışlardır. 2014’te Müslüman Kardeşler hareketinin ve üyelerinin kuruluşlarına, iş yerlerine ve tüm malvarlıklarına el konulmaya başlanmıştır. Öyle ki el konulan bu malvarlıklarının idaresi için bir komite dahi kurulmuştur. Bu kapsamda Müslüman Kardeşler tarafından kurulan ve yönetilen onlarca okul, eğitim kurumu, hastane ve sosyal tesise el konularak yönetimi hükümete geçirilmiştir. İhvan üyesi işadamlarının özel işletmelerine dahi el konulmuş, kişisel kazançları devlet hesaplarına aktarılmıştır. Bu baskı ve dışlama süreci kişiler üzerinden de gerçekleşebilmiştir. Mısır’ın efsanevi futbolcularından Ebu Treyka’nın malvarlığına İhvan’a destek olduğu iddiasıyla el konulmuş ve futbolcunun birçok şirketteki hisseleri iptal edilmiştir. Benzer şekilde İhvan mensubu kişilerin camilerde görev alması yasaklanmış, fahri imamlık görevinde bulunanlar da camilerden uzaklaştırılmıştır. Sisi rejiminin Müslüman Kardeşler hareketine yönelik bu uygulamaları hareketin sadece siyasi kadrolarının tasfiye edilmesinin değil, ekonomik gücünün de çökertilmesi ve toplumsal hizmet ağının da sonlandırılmasının hedeflendiğini göstermektedir.

Mısır devrimi nereye?

Hüsnü Mübarek’in halkın birçok kesiminden kitlelerin katılımıyla gerçekleşen bir devrimin ardından görevinden uzaklaştırılması Mısır’da uzun yıllar süren baskı rejiminin son bulması anlamında büyük bir umudu ortaya çıkarmıştı. Nitekim devrim sonrası süreçte yaşananlar, ülkede siyasal ve toplumsal anlamda köklü değişikliklerin yaşanabileceğinin işaretlerini vermişti. Bu süreçte sadece Müslüman Kardeşler üyeleri değil, diğer devrimci gençlik hareketleri de iktidara talip olarak eski rejimin yeniden siyaset sahnesine dönememesi için her türlü ittifakı kabul etmişlerdir. 2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde liberal-seküler devrimci gençlik hareketlerinin Muhammed Mursi’yi desteklemesinin arkasında yatan tek neden, 25 Ocak 2011 Devrimi’nin başarılı olması arzusuydu.

Mısır’da idealize edilmiş devrimci hedefler, küçük hesapların kurbanı oldu. Müslüman Kardeşlerin dışlayıcı olduğu iddiasıyla örgütlenen devrimci hareketler, hiç beklemedikleri biçimde karşı-devrimci güçler tarafından araçsallaştırıldı. Bu aktörlerin tecrübesizliği, kendilerini statükonun korunmasına adamış karşı-devrimci güçlerin tecrübesine yenik düştü. Hüsnü Mübarek’in 2011’de görevinden uzaklaştırılmasıyla korku duvarlarının aşılmış olması Mısır’daki devrim sürecinin hala olumlu olarak görülebilecek nadir çıktılarından birisi. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda karşı-devrimci aktörlerin ülkeyi 2011 öncesi bir siyasi ortama sürüklemesi ve toplumsal tabanı geniş bir hareketin liderlerini hukuksuz yargılamalarla idama mahkum etmesi daha büyük bir devrimci dalganın tetikleyicisi olabilecektir.

Bu yazı ilk olarak Star Gazetesinde yayınlanmıştır.

Benzer Yazılar