Menü Kapat

Küresel bir meydan okuma

Erdoğan’ın BM’nin yapısına yönelik eleştirileri küresel bir meydan okumaya da işaret etmektedir. Son yıllarda yaşanan birçok krizin çözümünde etkisiz kalan BM’nin yeniden yapılandırılması konusunu gündeme taşıyan Erdoğan, bu anlamda tepkisini yüksek sesle dile getiremeyen ülkeleri de cesaretlendirmektedir.


2010’un Aralık ayında Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları sonrasında önemli kırılmalar yaşayan Ortadoğu coğrafyası, günümüzde küresel siyasetin merkezinde yer almaya devam ediyor. Bu anlamda Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler küresel siyasete yön veren aktörler tarafından şüphesiz Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelere kıyasla çok daha yakından takip ediliyor. Bunda bu bölgenin özellikle son 100 yıldır dış aktörlerin müdahalesine açık bir coğrafya olması önemli rol oynamaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bir anlamda kurumsal bir nitelik kazanan bu müdahaleci tutum özellikle İngiltere, Rusya, Fransa ve ABD gibi ülkelerin bölge siyasetlerinde gözlemlenmektedir. Bu ülkeler küresel siyasetlerinin merkezine Ortadoğu’yu oturturken, farklı nedenlerle bu coğrafya ile olan bağlarını hiçbir zaman koparmamaktadırlar.

Arap devrimleri süreci bu durumu bir anlamda teyit etmiştir. Tunus ve Mısır’da yerel dinamiklerle başlayan devrimci hareket, buna hazırlıksız yakalanan küresel güçlerin müdahalesine uğramadan başarılı olmuştur. Bu aktörler kısa sürede pozisyon alarak Libya’da benzer bir geçişi engellemişlerdir. Öyle ki Kaddafi’nin devrilmesi süreci bu aktörlerin müdahil olması ile gerçekleşebilmiştir. İzleyen dönemde hem bölgesel hem de küresel aktörler, Mısır, Suriye ve Yemen gibi ülkelerdeki devrim süreçlerine müdahale ederek bölge siyasetinde dış aktörlerin rolünün devam ettiğini gözler önüne sermiştir.

Dış müdahaleye hayır

Bu durum başta Türkiye olmak üzere bölgede dış aktörlerin müdahalesinin son bulması gerektiğini söyleyen ve bunu talep eden kesimlerin tepkisini çekmiş ve Ortadoğu’da artık dış müdahalenin kabul edilemeyeceği defalarca vurgulanmıştır. Bölge kamuoylarında bu yönde bir tepkinin oluşmasında ABD ve Rusya gibi ülkelerin bölgedeki sorunların çözümü yerine kendi ulusal çıkarlarını öncelemek adına attıkları adımlar etkili olmuştur. Suriye’deki iç savaş süresince bu ülkelerin tutumları bu durumun açık bir örneğidir.

Barış görüşmeleri adı altında birçok kez ABD ve Rusya öncülüğünde toplanan ülkeler savaşı sonlandırmak yerine daha fazla derinleşmesine neden olmuşlardır. Esed rejiminin en önemli destekçisi Rusya’nın bu süreçteki tavrı, Suriye’deki iç savaşın günümüze kadar uzamasının en önemli nedenidir. Bunun yanında ABD’nin de Suriye’deki savaşı sonlandırmak adına ciddi bir girişim yürüttüğü de söylenemez. Öyle ki, savaşı sonlandırmak yerine Suriye’deki konumunu güçlendirmeyi amaçlayan Washington, bölgedeki terör unsurlarını destekleyerek Türkiye gibi önemli bir müttefikini karşısına alabilmiştir.

Darbeler ve ABD

Gelinen süreçte Türkiye’nin Suriye’de başlattığı Fırat Kalkanı operasyonunu bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir. Dış aktörlerin farklı gerekçelerle savaşın sonlandırılması konusunda ayak diremeleri Türkiye’yi bu sürece doğrudan müdahale etmeye zorlamıştır. Özellikle DAEŞ ve PYD gibi terör örgütlerinin ciddi birer tehdit haline dönüşmesi Ankara’yı bu yönde bir karar almaya itmiştir. Bununla birlikte Türkiye her fırsatta Fırat Kalkanı operasyonu ile herhangi bir gizli ajandasının olmadığını vurgulamış ve kendisine yönelik tehditlerin bertaraf edilmesinin öncelikli amaç olduğunu belirtmiştir.

Ortadoğu’da dış aktörlerin müdahalesinin ciddi sorunlara neden olduğu bir başka ülke de Mısır’dır. 2011 yılında gerçekleşen devrimin ülkede bir demokratik düzen kurulması yönünde umudu yeşerttiği bir ortamda başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin desteğiyle bir askeri darbe gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar bölgesel aktörlerin rolü olsa da askeri darbenin nihai anlamda başarılı olması şüphesiz Washington’un bu yöndeki onayının ardından gerçekleşmiştir.  Nitekim ABD yönetimi darbe sonrası dönemde Mısır’a askeri yardımlarını sürdürmüş ve darbe yönetiminin uluslararası anlamda meşruiyet kazanmasına katkıda bulunmuştur.

Yine bu süreçte Türkiye, Mısır’daki darbeye açık biçimde tepki göstererek bir anlamda bu ülkeye yönelik dış müdahaleyi kabullenmeyen bir tutum sergilemiştir. Bu süreçte Ankara bir taraftan Mısır’daki darbeye karşı gelerek demokratik değerleri savunurken diğer taraftan da ABD’nin de açıkça desteklediği bu girişime karşı gelerek Washington’la karşı karşıya gelmiştir.

Yakın geçmişte Türkiye de benzer bir girişime sahne olmuştur. 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen askeri darbe girişimi Türkiye’deki birçok çevrelerce seçilmiş hükümetin dış aktörlerin desteklediği bir girişimle yerinden edilmesi şeklinde yorumlanmıştır. Hükümet içerisinde ve AK Parti seçmeninde de ciddi biçimde karşılık bulan bu yorumlar bölgede dış aktörlerin müdahalesine karşı direnişin sembolü haline gelen Erdoğan yönetimini bu anlamda daha da cesaretlendirmiştir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan özellikle son dönemde birçok uluslararası ortamda bu yöndeki endişelerini muhataplarına karşı dile getirmiştir.  Son olarak geçtiğimiz hafta ABD’nin New York kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 71. toplantısına katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan burada yaptığı konuşmasında verdiği mesajlarla hem küresel sistemin artık işlemeyen bir yapıya dönüştüğünü vurgulamış hem de bölgesel ve küresel sorunların çözümünde daha adil mekanizmalar oluşturulması gerektiğinin altını çizmiştir.

Suriye, Suriyelilerindir

Konuşmasında özellikle Suriye krizine vurgu yapan Erdoğan, bu ülkede yaşanan iç savaş üzerinden uluslararası toplumu eleştirdi. Özellikle insani yardımlar konusunu öne çıkaran Erdoğan, bu konuda ABD ve Avrupa Birliği’nin umursamaz tavrına aldırış etmeksizin Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yardımlara devam edeceğini vurgulayarak küresel aktörleri etkisiz kalmakla eleştirdi.  Erdoğan’ın konuşmasındaki önemli bir başka vurgu da Suriye topraklarında farklı amaçlar güden ülke ve terör örgütlerine yöneliktir. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok. Suriye, Suriyelilerindir.” diyerek bu yönde planlar yapan ülke ve gruplara da mesaj göndermiştir. Fırat Kalkanı operasyonunun Türkiye’ye karşı olası tehditleri engellemek adına yapıldığını belirten Erdoğan, bu anlamda Türkiye’nin müdahalesinin meşruiyetini de ortaya koymuştur.

BM yeniden yapılanmalı

Erdoğan’ın konuşmasının dikkat çeken bir başka kısmı da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısına yönelik eleştirileri olmuştur. Bu anlamda adil olmayan bir düzenin sürdürülemeyeceğini belirten Erdoğan, dünyanın kaderinin beş ülkenin elinde olamayacağını vurgulamıştır. Erdoğan’ın BM’nin yapısına yönelik eleştirileri küresel bir meydan okumaya da işaret etmektedir. Son yıllarda yaşanan birçok krizin çözümünde etkisiz kalan BM’nin yeniden yapılandırılması konusunu gündeme taşıyan Erdoğan, bu anlamda tepkisini yüksek sesle dile getiremeyen ülkeleri de cesaretlendirmektedir.

Ortadoğu’daki dış aktörlerin müdahalesine karşı çıkan Türkiye, bölgede bu anlamda en ciddi duruşu sergileyen ülkelerin başında gelmektedir. 15 Temmuz’daki darbe girişimini halkın desteği ile geri püskürterek bölge siyasetine müdahil olan aktörlere önemli bir mesaj gönderen Erdoğan liderliği, Ortadoğu’nun artık Batılı ülkelerin çıkarları doğrultusunda şekillenemeyeceğini göstermiştir. Bununla birlikte küresel sistemin dönüşmesi konusunda gösterdiği ısrarlı tavırla Erdoğan, Türkiye’nin küresel politikalarda söz sahibi olmak istediğini ortaya koymakta ve kurulacak yeni düzende Türkiye’nin de önemli bir aktör olma isteğini vurgulamaktadır.

Bu yazı ilk olarak Star Gazetesinde yayınlanmıştır.

Benzer Yazılar