Washington’ın bölgeye yönelik stratejisinin en önemli ayaklarını oluşturan Suudi Arabistan ve BAE tam anlamıyla Trump yönetimine sadık hareket ediyor.
Mısır’da 3 Temmuz 2013’te dönemin genelkurmay başkanı Abdülfettah Sisi’nin girişimiyle gerçekleşen askeri darbenin üzerinden beş yıl geçti. İzleyen süreçte Sisi liderliğinde kurulan otokratik rejim Mübarek döneminden daha baskıcı bir yönetim haline geldi. Ülkedeki yeni rejim iki temel özelliğiyle dikkat çekmektedir: Bunlardan ilki muhaliflere yönelik yürütülen yoğun baskı politikasıdır. Bu çerçevede özellikle bölgesel anlamda en güçlü toplumsal hareketlerden olan Müslüman Kardeşlere karşı geniş kapsamlı bir yıldırma politikası izlenmektedir.
Rejimin ikinci dikkat çeken özelliği ise ABD ve onun bölgedeki en güçlü müttefiklerine duyduğu sadakattir. Bu durum özellikle ABD’de Ocak 2017’de yaşanan yönetim değişikliğiyle birlikte daha da ortaya çıkmıştır. Donald Trump’ın başkanlığa geçişiyle birlikte Washington yönetimi, Ortadoğu’da aralarında Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bulunduğu bir Arap koalisyonunu hayata geçirmeye çalışmıştır. Öyle ki bu girişim yeni ABD yönetiminin bölgeye yönelik stratejisinin en önemli dayanağı haline gelmiştir. Bu çerçevede bu üç ülke liderleri bölgesel ve küresel bütün politikalarında ABD yönetimiyle birlikte hareket etmeye başlamıştır. Müslüman Kardeşler hareketine yönelik bölgesel baskı politikası, İsrail ile olan ilişkiler, Suriye iç savaşında alınan pozisyon ve İran’a yönelik politikalar Washington yönetimi ile Kahire, Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin ortak politika yürüttükleri konulardan bazıları olarak not edilebilir.
ABD’nin Hayata Geçirdiği Arap Koalisyonu
ABD’nin inisiyatifiyle kurulan bu ittifakın başarılı bir biçimde var olması birkaç nedenden dolayı Washington için hayati önem taşımaktadır: Bunlardan ilki şüphesiz İsrail’in güvenliği ile alakalıdır. Trump liderliğindeki ABD yönetiminin İsrail’e yaklaşımı önceki yönetimlerden farklı olmuştur. Trump, İsrail yanlısı politikalarını çok açık biçimde vurgularken yönetiminde bu politikalara destek veren figürlere yer vermiştir. Bu durum Aralık 2017’de küresel kamuoyu önünde teyit edilmiştir. Trump, daha önce hiçbir ABD başkanının göze alamadığı kararı almış ve ülkesinin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etmiştir. Trump ayrıca ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını duyurmuştur.
ABD öncülüğündeki bölgesel ittifakı önemli kılan bir başka unsur ise İran’a yönelik politikalarda bölgesel aktörleri birleştirme amacıdır. Yine İsrail’in güvenliği ile yakından ilişkili olan bu konuda ABD yönetimi bölgedeki aktörlerden İran’a yönelik politikalarında keskin bir tutum izlemelerini istemektedir. Bu nedenle hem Suudi Arabistan hem de BAE, Yemen ve Suriye konuları başta olmak üzere İran’ın yayılmacı politikalarıyla ciddi biçimde mücadele etmektedirler. Bu mücadele sayesinde İran’a karşı bölgesel ittifakın keskinleşmesi ve genel anlamda Ortadoğu’daki başlıca güçler arasındaki düşmanlıkların derinleşmesi de hedeflenmektedir.
ABD yönetimini Ortadoğu’daki müttefiklerini bir koalisyon etrafında toplamaya iten bir başka neden de bölgedeki doğal kaynakların güvenliği ve bu kaynakların stratejik değeridir. Petrol ve doğal gaz kaynakları açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden olan Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin bu kaynaklar üzerinden elde ettikleri gelirleri bir şekilde ABD ile paylaşmaları Washington yönetimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu paylaşım kimi zaman bu ülkelerin ABD’den gerçekleştirdikleri savunma sanayii ürünleri ithalatı şeklinde olurken, kimi zaman da doğrudan ABD’ye yatırımlar şeklinde gerçekleşmektedir. Öte yandan enerji kaynaklarına sahip ülkelerle yakın ilişki içerisinde olması ABD’ye küresel aktörlerle rekabetinde avantaj sağlamaktadır.
Bu çerçevede Ortadoğu’da ABD yanlısı bir ittifakın oluşması Washington’ın Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerle yürüttüğü rekabette de ciddi önem taşımaktadır. Bu noktada Washington’ın temel motivasyonu günümüzde ABD’nin en ciddi iki rakibi olan Rusya ve Çin’in Ortadoğu’da nüfuzunun artmasını engellemek olarak belirtilebilir. Kahire, Riyad ve Abu Dabi yönetimleriyle eş güdümlü politikalar yürüten Washington gerek Moskova gerekse de Pekin’in bu ülkelerle yakınlaşmalarını engellemiştir.
Ortadoğu’da Kurulmak İstenen Yeni Düzen
Trump yönetiminin Ortadoğu’nun siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda güçlü aktörlerini etki altına alma çabasının arkasındaki bir başka neden de bu ülkelerin bölgenin yükselen gücü Türkiye ile olası bir ittifak ilişkisi kurmasını engellemektir. 2013’te Mısır’da gerçekleşen askeri darbe ile bölgede ABD karşıtı kurulabilecek en güçlü ittifak engellenirken, Ankara’nın Suudi Arabistan ve BAE ile yakınlaşması da farklı olaylarla zorlaştırılmaktadır. Bu durumun arkasında bu ülkelerdeki bazı aktörlerin olduğu kadar Washington yönetimindeki karar alıcıların da etkisi büyüktür. Nitekim ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarına açık biçimde karşı duran Türkiye son dönemde Washington yönetiminin en fazla rahatsızlık duyduğu ülke konumundadır. Ankara’yı bu anlamda cezalandırmak isteyen ABD yönetimi, Türkiye’nin bölgedeki önemli ülkelerle ittifak kurmasını engellemeyi başlıca hedeflerinden birisi olarak belirlemiştir. Bu anlamda Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye’ye yönelik politikaları da ABD çizgisine paralel biçimde gerçekleşmektedir.
ABD’nin Ortadoğu’da yeniden şekillenmeye başlayan siyasi düzenin en önemli aktörlerden birisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu noktada Washington yönetimi Ortadoğu’daki önemli ülkeleri kontrolü altında tutarak bölgede kurmak istediği yeni düzenin tehdit edilmesini engellemek istemektedir. Bu bağlamda Mısır’da 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbeyi üstü kapalı bir şekilde destekleyen Washington yönetimi özellikle Donald Trump’ın göreve gelişiyle birlikte bu ajandasını açığa çıkarmıştır. Trump’ın Sisi’yi Beyaz Sarayda ağırlaması ve yaptığı konuşmada ABD yönetimi olarak Sisi’ye tam destek verdiklerini belirtmesi bu durumun göstergesidir. ABD’nin Ortadoğu politikalarında hayati öneme sahip diğer iki ülke de Suudi Arabistan ve BAE’dir. Washington’ın bölgeye yönelik stratejisinin en önemli ayaklarını oluşturan bu iki ülke tam anlamıyla Trump yönetimine sadakatlerini göstermektedirler. Bu anlamda Trump’ın Kudüs kararına gösterdikleri tepkisizlik, İsrail’in Filistin politikası karşısında sessiz kalmaları, ABD’den yapılan silah ithalatında ciddi artışa gidilmesi ve bölgesel konularda Washington ile tam uyum içerisinde olmaları bu ülke yönetimlerinin ABD’nin bölgedeki aktörleri olarak görülmesine neden olmaktadır.
Gelinen noktada her ne kadar Washington’ın ABD yanlısı bölgesel bir koalisyon oluşturma stratejisi işe yarıyor gibi gözükse de gerek Ortadoğu’daki değişim yanlısı aktörlerin çabaları gerekse de bölge halklarının bu konudaki isteksizlikleri hem ABD’yi hem de ona destek olan yönetimleri zor durumda bırakmaktadır. Ortadoğu’da yeniden şekillenmeye başlayan siyasi düzen ise dönüşümü savunan aktörler ve statüko yanlıları arasında devam eden bu çekişmenin sonucunda ortaya çıkacaktır.
Bu yazı ilk olarak Kriter Dergisinde yayınlanmıştır.