Menü Kapat

Türkiye-BAE ilişkilerindeki yumuşamayı anlamlandırmak

Özellikle Müslüman Kardeşler nedeniyle arası açılan Türkiye-BAE ilişkilerinde yumuşama dönemi 7 Mayıs itibariyle başlıyor. Gerginliğin taraflara maliyeti, bölgesel dinamikler ve Suudi Arabistan etkisi yumuşamanın kapısını araladı.

Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında son aylarda yaşanan ancak çok da dillendirilmek istenmeyen gerginliklerin aşılması için çabalar sürüyor. Son olarak Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu BAE’ye giderek iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları sonlandırıp ortak bir zeminde buluşabilmek ve ilişkileri yeniden rayına oturtabilmek için Abu Dabi’de üst düzey temaslarda bulundu.

İki ülke arasındaki anlaşmazlıkların öne çıktığı konularda söz sahibi olan BAE rejiminin etkili ismi Abu Dabi Veliaht Prensi ve BAE Silahlı Kuvvetleri Başkomutan Yardımcısı Şeyh Muhammed bin Zayed El-Nahyan ile görüşen Çavuşoğlu, “Bundan sonraki süreçte iki ülke arasındaki ilişkilerin, özellikle Suudi Arabistan’la beraber bölgenin istikrarı ve güvenliği için ne kadar önemli olduğunu karşılıklı vurguladık.” ifadesini kullanarak Türkiye’nin BAE konusunda yeni bir pozisyon belirlediğini göstermiş oldu.

Nitekim ziyaretin ardından BAE yaklaşık iki yıldır Ankara’ya atamadığı büyükelçisini 7 Mayıs’ta göndereceğini açıkladı. Bu noktada Ankara’nın bu yönde bir politikayı devreye sokmasının ne anlama geldiği sorusunun cevaplanması önem kazanıyor.

‘Müslüman Kardeşler’ kırılması

İki ülke arasında yaşanan krizin arka planına bakıldığında Müslüman Kardeşler (MK) hareketine yönelik politikaların öne çıktığı söylenebilir. Son yıllarda İhvan üzerinde ülke içinde ciddi bir baskı kuran ve hareketi siyasal süreçlerden dışlayan BAE yönetiminin aksine Türkiye, Müslüman Kardeşler’i bölgedeki önemli siyasi aktörlerden birisi olarak görüyordu. Hareketin Mısır’da iktidara yükselmesinin ardından Ankara için İhvan bir “müttefik” haline gelmişti.

Bu durumun en fazla rahatsız ettiği ülkelerden olan BAE ise hareketin Mısır’daki iktidarını sonlandırmak amacıyla ciddi girişimlerde bulundu. Bunlardan en önemlisi Muhammed Mursi’nin iktidarının son aylarında ülkedeki kaos ortamını derinleştirmek ve Mursi karşıtı sosyal tabanlı bir cephe oluşturmak amacıyla Temerrud hareketinin kurulmasını desteklemek olmuştu. Abdülfettah El-Sisi liderliğinde gerçekleştirilen askeri darbeye de önemli ölçüde destek olan Abu Dabi yönetimi, izleyen süreçte Sisi’nin Müslüman Kardeşler hareketine yürüttüğü baskı siyasetinin en önemli teşvikçisiydi.

Mısır’da yaşanan bu gelişmelere karşı en sert tavrı alan ve sürekli eleştiriler getiren Erdoğan yönetiminin bu tutumu ise BAE’yi ciddi biçimde rahatsız etti. Türkiye’nin Mısır’dan ayrılmak zorunda kalan MK üyelerine kapılarını açması ise Abu Dabi’nin Ankara’ya duyduğu tepkinin artmasına neden oldu.

İzleyen dönemde BAE yönetimi Türkiye’yi özellikle dış politikada zor durumda bırakmak için birçok girişimde bulundu. Özellikle Libya, Tunus ve Mısır’da Türkiye’nin dış politikasının tersi yönde faaliyetler yürüttü. Bunun da ötesinde bazı yayın organlarında Abu Dabi’nin Ankara’daki hükümeti devirmek amacıyla Türkiye içinde bazı gruplara finansal ve lojistik destek verdiği dahi iddia edildi.

BAE, Türkiye’nin Ortadoğu’daki en önemli ekonomik partnerlerinden

Buna karşın Türkiye, BAE yönetimi ile seviyeli bir ilişkiyi devam ettirmeye çabaladı. Bu çerçevede Ankara, Ortadoğu’daki en önemli ekonomik partnerlerinden birisi olan BAE ile yaşanan krizin daha da büyümemesi için zaman zaman girişimler yürüttü. Bunda Türkiye’nin, her ne kadar Mısır ve Müslüman Kardeşler konularında farklı politikalara sahip olsa da BAE ile var olan ekonomik ilişkilerini sürdürmek istemesi önemli rol oynadı.

Birleşik Arap Emirlikleri, 2015 yılı itibariyle 4,6 milyar dolarla Türkiye’nin Ortadoğu’da en fazla ihracat yaptığı ikinci, dünyada ise dokuzuncu ülke. Bu nedenle de Ankara bu ülkeyle olan siyasi ilişkilerinde de ekonomik ilişkileri dikkate almak durumunda olduğunun farkında.

Ankara’nın özellikle 2015’te Türkiye’de yaşanan seçimlerin yarattığı belirsizlik ortamının ekonomiyi daha derinden etkilemeye başlaması nedeniyle dışarıdaki mevcut ekonomik ilişkilerini halihazırdaki seviyede tutmaya çalışmaya itmesi, BAE ile ilişkilerin yeniden rayına oturtulması çabalarında etkili oldu.

Bunun yanında görece küçük bir ülke olsa da Birleşik Arap Emirlikleri özellikle ekonomik gücünü işlevselleştirerek bölgesel ve uluslararası siyasette önemli bir aktör haline geldi. Suudi Arabistan’la Mısır ve Müslüman Kardeşler başta olmak üzere birçok konuda birlikte hareket etmesi ve ABD, İngiltere, Rusya ve İsrail gibi ülkelerle yakın ilişkileri, Abu Dabi ile ilişkilerin bozulmasını Ankara için ciddi bir kayıp haline getirme potansiyeli barındırıyor.

BAE ile ilişkilerin istenen seviyede olmaması ve hatta “gergin” bir düzeyde seyretmesi, Abu Dabi’nin Ankara’yı bazı dış politika alanlarında daha da zor durumda bırakacak adımlar atmasına neden olabilir. Bunun bir örneği Türkiye’nin Rusya’ya ait savaş uçağını düşürmesinin ardından yaşandı. BAE resmi düzeyde yaptığı açıklama ile uçağın düşürülmesi hadisesinde Türkiye’nin haksız olduğunu ima eden bir açıklama yaptı ancak Ankara’nın tepkisi üzerine açıklamanın yanlış anlaşıldığını ileri sürerek geri adım attı.

Suriye, İran ve Rusya gibi ülkelerle olan ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda dış politikasında son dönemde genel anlamda sıkıntılı süreçlerden geçen Türkiye, bölgesel siyasette etkin rol oynayan BAE ile ilişkilerini daha fazla riske etmek istemiyor ve bir normalleşme sürecine girilmesini tercih ediyor.

Aynı motivasyonlarla olmasa da benzer bir tutumun Abu Dabi tarafında da var olduğu söylenebilir. Nitekim her ne kadar Mısır konusundaki farklı siyasetleri ciddi bir ayrışma nedeni olarak görülse de BAE ile Türkiye’yi ortak payda etrafında birleştirebilecek unsurların varlığı yadsınamaz.

Suudi Arabistan etkisi

Bunların başında iki ülkenin de müttefik olarak gördüğü Suudi Arabistan’la olan ilişkileri geliyor. Suriye’deki iç savaşa yaklaşım, İran’ın yayılmacı politikalarına cevap verilmesi, Yemen’e müdahale ve DAEŞ’le mücadele gibi konularda BAE, Suudi Arabistan’la paralel bir siyaset izliyor.

Öte yandan Türkiye de bu konularda Riyad ve Abu Dabi ile benzer pozisyonlara sahip. Dolayısıyla Suudi Arabistan açısından bakıldığında Ankara ve Abu Dabi’nin birbirlerine karşı hasmane politikalar izlemesi, bu üç ülkenin bölgesel politikalarda daha güçlü bir ittifak kurmaları önünde engel teşkil ediyor. Bu anlamda farklılıkların asgari düzeyde tutulması ve bölgede var olan krizlerde ortak bir cephe oluşturulabilmesi için Türkiye ve BAE’nin birbirlerine olan tutumlarında değişikliğe gitmeleri hayati önemde.

BAE’nin genel anlamda dış politikasında da Türkiye karşıtı bir siyaset izlemenin risklerinin farkına vardığı söylenebilir. Bununla birlikte Türkiye’nin bölgede artan gücünün giderek daha fazla farkına varan BAE yönetimi, Ankara’yla uyuşmazlık noktalarını azaltmak ve Türkiye’yi doğrudan karşısına almak istemiyor.

Bunda BAE’nin son dönemdeki bazı dış politika hamlelerinin istenen sonuçları üretememesi etkili oldu. Bu durum BAE’nin dış politikasında sınırlı bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Bunun bir örneği olarak Türkiye’nin Libya’da iç savaşı engelleme ve uzlaşı hükümetinin oluşturulması girişimlerine rağmen BAE’nin karşı-devrimci grupları destekleyerek ülkedeki kaos ortamının derinleşmesine katkıda bulunmasına karşın, bu grupların halen bir başarı sağlayamamış olması söylenebilir. Bunun yanında Yemen’de Suudi Arabistan öncülüğünde gerçekleştirilen müdahaleye önemli ölçüde destek veren Abu Dabi, bu ülkede İran destekli gruplara karşı üstünlük sağlamada da beklenen etkiyi gösteremedi. Bu nedenle Yemen’deki Kararlılık Fırtınası operasyonuna öncülük eden Riyad ve Abu Dabi, Türkiye ve Mısır gibi sahada etkiye sahip olacak ülkeleri yanlarına çekmeye çalıştı.

Bölgesel politikalarda Türkiye gibi güçlü bir ülke ile işbirliği yapmak, Ankara’nın pozisyonuna yakın durmak ve bu ülke ile birlikte hareket etmek BAE için de dış politika anlamında olumlu etkiye sahip olacaktır.

Bu bağlamda Türkiye ve BAE yönetimlerinin dış politikadaki farklılıklarını öne çıkarmak yerine önceliklerine odaklanarak ortak strateji geliştirmeleri her iki ülke için de daha rasyonel bir tercih olacaktır.

Bu yazı ilk olarak Al-Jazeera’da yayınlanmıştır.

Benzer Yazılar