Suudi Arabistan’daki yeni yönetimin dış politika öncelikleri sıralamasında İran konusunu, Mısır’daki darbe sürecinden daha öne çekmesi beklenebilir. Kral Selman yönetiminin İran’ın yayılmacı tutumunu engellemeyi hedefleyen bu yeni stratejisini hayata geçirmesinde ihtiyacı olan bölgesel müttefik Türkiye olabilir.
Türkiye ve Mısır arasında devam eden diplomatik ve siyasi gerginlik her ne kadar iktidarlar düzeyinde sert biçimde cereyan etse de, birçoklarınca dönemsel bir süreç olarak görülüyor. Bu yüzden Ankara ve Kahire arasındaki gergin ilişkinin bölgedeki kimi gelişmelere ve bu iki ülkenin bölgesel aktörlerle olan ilişkilerine göre değişiklik göstermesi muhtemel.
Bölgesel aktörlerle kastedilen ülkeler arasında en önemlisi Suudi Arabistan… Bu açıdan bakıldığında Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin geleceğini Suudi Arabistan’da 2015’in başında yaşanan iktidar değişiminden ve Arap devrimleri çerçevesinde cereyan eden bölgesel gelişmelerden bağımsız okumak yanlış olur. Nitekim denklemin bir tarafında Kral Abdullah yönetimi sırasında Mısır’daki askerî darbeyi doğrudan destekleyen ve milyarlarca dolar yardımla Abdülfettah Sisi rejimini hayatta tutmaya çalışan bir Suudi Arabistan bulunurken, diğer tarafta bu darbeye en sert biçimde karşılık veren ve küresel anlamda muhalefetini sürdüren Türkiye yer alıyor.
Bu denklemde ortaya çıkan kimi yeni durumlar Mısır üzerinden cereyan eden siyasi mücadelelerin ve bu süreçte etkin olan aktörlerin pozisyonlarını yeniden gözden geçirmesine neden oldu. Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın hayatını kaybetmesi ve sonrasında Kral Selman’ın iktidara gelmesi şüphesiz bir dönüm noktası. Kral Selman kısa sürede esaslı değişiklikler yaparak Suudi yönetim kadrolarını yeniledi. Bu yeni kadroların ortak noktası ise bölgede Suudi Arabistan’a karşı en ciddi rakip olarak görülen İran’a karşı duydukları olumsuz yaklaşım.
Nisan sonunda Veliaht Prens olarak atanan Muhammed Bin Nayif’in Wikileaks belgelerinde “İran’a karşı tavizsiz” olarak tanımlanması ve ‘İran’la bir savaş durumunda’ Suudi Arabistan’ın alt yapısını korumak konusunda Amerikan yetkililere danışmaktan yana olması Suudi yönetimindeki yeni kadroların İran’a karşı tutumunu anlamak için açık bir gösterge. Kısacası Suudi Arabistan’daki yeni yönetimin dış politika öncelikleri sıralamasında İran konusunu, Mısır’daki darbe sürecinden daha öne çekmesi beklenebilir.
Ankara-Riyad yakınlaşmasında Mısır sorunu
Kral Selman yönetiminin İran’ın yayılmacı tutumunu engellemeyi hedefleyen bu yeni stratejisini hayata geçirmesinde ihtiyacı olan bölgesel müttefik Türkiye olabilir. Suudi Arabistan, bölgesel gelişmelerin birçoğunda benzer önceliklere sahip olduğu Türkiye’yi yanına çekerek dış politikasında “müdahaleci” pratiği uygulamaya geçirmek istedi.
Ankara’nın Riyad’a desteğini sunmasında Suriye konusu ciddi bir belirleyici oldu. Uzun yıllardır karşılaştığı en ciddi problem olan Suriye’deki iç savaşı sona erdirmek isteyen Türkiye, Suudi Arabistan’la uzlaşarak birlikte hareket etme kararı aldı. Paralel çıkarlar etrafında şekillenen bu müttefiklik ilişkisinin keyif kaçıran unsuru ise iki ülkenin Mısır’daki darbe sürecine birbirine tamamen zıt yaklaşımları…
Ancak son dönemlerde Mısır’ı iki ülke arasındaki problemli alan olmaktan çıkarabilecek yeni unsurlar devreye girdi. Suriye’de Beşar Esad rejiminin yıkılması konusunda Ankara ve Riyad’ın yeni bir anlaşma yapması ve ciddi bir müttefiklik ilişkisi kurması iki ülkenin Mısır’a yönelik politikalarını da müzakere edeceklerinin işareti olarak görülebilir. Her ne kadar farklı alanlarda değişen politikalar izleyebilecek olgunlukta dış politikaya sahip olsalar da Türkiye ve Suudi Arabistan, kuracakları uzun vadeli ortaklığa hasar verebilecek ayrışmaları en aza indirmek isteyeceklerdir. Bu, iki ülkenin ittifakının Suriye’de olumlu sonuçlar ürettiği son günlerdeki gelişmeler dikkate alındığında daha da önem kazanıyor.
Yeni ittifak alanı İran
Suudi Arabistan ve Türkiye’nin dış politikalarında ortak hareket edebileceği bir diğer alan da İran. Ankara’nın uzun yıllar tüm iyi niyetiyle yakınlaşmaya çalıştığı İran, Türkiye’nin bu politikasına istenen karşılığı vermedi. Bunu yaparken de bölgesel proksilerini kullanarak Suriye, Lübnan ve Irak’ta Türkiye’nin olası etki alanını daraltmayı hedefledi. İran’ın bu tutumu Suriye’de 200 binden fazla kişinin ölümüne neden olurken, Irak’ta istikrarsızlığın devam etmesine Lübnan’ın ise diken üstünde bir ülke hâline gelmesine yol açtı. Hâl böyle iken Türkiye’nin İran’a karşı alttan alan tavrında değişikliğe gitmesi ve alternatif işbirlikleri kurması bir gereklilik hâline geldi.
Bu tür bir işbirliği için önemli adaylardan biri de Suudi Arabistan… Türkiye’nin Yemen’de Suudi Arabistan’ı desteklediğini açıklaması ve Suriye’de Riyad’la işbirliğine gitmesini bu arka plan ışığında okumak gerekir. Ancak Ankara’nın Tahran’la doğrudan karşı karşıya gelmek istemeyeceği de aşikâr.
Nitekim Türkiye’nin en önemli ticaret partneri olma potansiyeli taşıyan İran, Ankara’nın enerji ihtiyaçları açısından da önem taşıyor. Bu nedenle Türkiye, bir taraftan İran’la ilişkisini sürdürürken diğer taraftan da Tahran’ın bölgedeki “istikrarsızlaştırıcı” rolünün olumsuz etkilerini asgari düzeyde tutmayı başarmalı.
Türkiye’nin Suudi Arabistan’la birlikte İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmaya yönelik bir ittifak oluşturmasını ‘Sünni ekseni’ bağlamında değerlendirmek de yanlış olur. Mezhepçi bir politikayı kesin surette reddeden Ankara’nın son dönemdeki siyasetinin arkasında İran’ı daha yapıcı politikalar izlemeye teşvik etmesi yatıyor.
Kral Selman ve Suudi Arabistan’ın yeni dış politikası
Kral Selman yönetimiyle birlikte Suudi Arabistan’ın dış politika önceliklerindeki değişiklikler göz önünde alındığında, Mısır’daki darbe yönetiminin Riyad için bir kazanç değil, yük olmaya başladığı yorumu yapılabilir. Bu tespiti doğrulayacak gelişmelerin başında Kral Selman’ın kabinede ve Suudi yönetiminde yaptığı değişiklikler geliyor. Görevden alınan ya da yönetimden uzaklaştırılan isimlerin hemen hepsinin Mısır’daki darbe sürecine doğrudan destek olduğu görülüyor.
En son olarak Mısır’da Mart’ta düzenlenen Ekonomi Zirvesi’ne katılan ve Suudi Arabistan’dan Sisi yönetimine ciddi anlamda yardımların gitmesinde önemli rol oynayan o dönemin Veliaht Prensi Mukrin’in Nisan sonunda bu görevden alınması, Mısır’daki darbe yönetimine destek olan grubun en önemli temsilcilerinden birini daha yitirmesi anlamına geliyor. Mayıs başında Sisi’nin Riyad ziyaretinin sadece 1,5 saat sürmesi ise yeni Suudi yönetiminin Sisi’ye olan ilgisinin azaldığını gösteren bir durum.
Sisi’siz bir Mısır mı?
Kral Selman yönetiminin Mısır’daki darbe rejimini bir yük olarak görmesine neden olan bir başka unsur da Türkiye’nin desteğini kazanmada Riyad’a engel teşkil etme potansiyeli. Ankara’nın kesin bir dille karşı çıktığı Sisi yönetimi, Riyad’ın Türkiye’nin desteğini kazanması için feda edilebilecek bir “dış politika enstrümanı” hâline geliyor. Nitekim Ankara ile kurulacak müttefiklik ilişkisinin Suudi Arabistan’a getirisi, Mısır’da Sisi rejiminin iktidarını sürdürmesinin zararlarından çok daha fazla olacaktır. Bu yüzden Riyad’ın “Sisi’siz bir Mısır” seçeneğini de değerlendirdiği akıllardan çıkarılmamalı.
Suudi Arabistan’ın Sisi’ye Müslüman Kardeşler’e baskıyı azaltmasını telkin etmesi, ülkede kutuplaşmanın sona erdiği yumuşak bir geçiş için akla gelen çıkış yollarından birisi. Nitekim Riyad, Yemen’deki operasyonda Mısır’ın askerî gücünü kullanmak istediği için Sisi yönetimini bir anda dışlama riskini de almak istemeyebilir. Darbe sonrasında Mısır’a verilen yardımların Suudi Arabistan’a “hizmet” olarak geri dönüşü için Yemen’deki “Kararlılık Fırtınası” operasyonu bir fırsat olarak görülüyor. Bu anlamda Riyad, Mısır’dan destek konusunda ısrarcı oluyor.
Ekonomik sıkıntıların ve siyasi istikrarsızlığın sürdüğü, toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği Mısır’da Sisi rejiminin Müslüman Kardeşler hareketine baskısını artırması, ülkede normalleşmeyi engelleyen temel unsurların başında geliyor. Suudi Arabistan’da önceki yönetimden farklı politikalar izleyen Kral Selman’ın ekibi için Mısır’ın bir şekilde istikrara kavuşarak taşınması gereken bir yük olmaktan çıkması büyük önem taşıyor. Riyad’ın enerjisini bölgesel çıkarları bağlamında daha önemli bir konu olan İran’a harcayabilmesi için Mısır’da suların durulması önemli.
Türkiye, Suudi Arabistan’dan Sisi’ye baskı yaparak yönetimi sivillere bırakması ve Müslüman Kardeşler’e uyguladığı baskıyı kademeli olarak sona erdirmesi konularında talepkâr olmalı. Ankara açısından bakıldığında Sisi’nin iktidarda olduğu bir Mısır ile Türkiye’nin normal ilişkiler yürütmesi mümkün gözükmüyor. Mısır’la ilişkilerin düzelmemesi, kısa vadede Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini azaltacağı şeklinde yorumlanabilir. Ancak uzun vadede darbeye karşı çıkarak demokratik değerlere vurgu yapan ve bölgede değişimin öncülüğünü sürdüren bir Türkiye’nin bu siyaseti, Ankara’nın bölge aktörleri açısından güvenilir bir ortak olarak görülmesini sağlayacaktır. Darbedeki rolü, izleyen süreçteki katı tutumu ve demokratik olmayan tavrıyla Sisi’nin Mısır siyasetinde yer almaya devam etmesi başta Türkiye kamuoyu olmak üzere birçok Arap ülkesinde kabul edilebilir bir durum değil. Dolayısıyla Mısır’da darbe sonrasındaki kanlı süreçte etkin olan aktörlerin tasfiye edilmesi ve sivil bir demokratik yönetime doğru adımlar atılması, ülkenin normalleşerek Arap coğrafyasındaki önemli rolünü oynayabilmesinin anahtarı.
Bu yazı ilk olarak Al-Jazeera’da yayınlanmıştır.