Menü Kapat

Devrimden baskı rejimine: Mısır’ın belirsiz geleceği

Mısır, 2011’deki devrimin ilk dönemlerinde belirlenen hedeflerin çok uzağında. 2013’teki darbenin ardından geçen beş yıllık sürecin ülkeyi devrim öncesindeki baskıcı dönemlere geri götürdüğü ise şüphesiz

Mısır, 2011 yılında başlayan devrim sürecinin ilk dönemlerinde belirlenen hedeflerinden çok uzakta bir görüntü sergiliyor. 2013 yılında gerçekleşen askeri darbenin ardından geçen beş yıllık sürecin ülkeyi 2011 devriminin öncesindeki baskıcı dönemlere geri götürdüğü ise şüphesiz. Öyle ki, 2013 sonrasında kurulan dikta rejimi kendisine yönelik her türlü muhalif sesi cezalandırılırken bir taraftan da ülkeyi daha da karanlık bir geleceğe sürüklediğini göremiyor. Bu durumu daha iyi resmedebilmek için sadece 2017 yılında gerçekleşen hak ihlallerine ve baskıcı uygulamalara bakmak yeterli.

İnsan hakları ihlalleri

2013’teki darbenin ardından tutuklanan binlerce Müslüman Kardeşler üyesi sivil muhalifin tutukluluk halleri sürerken, bu kişilerin büyük çoğunluğunun askeri mahkemelerde yargılanmasına devam ediliyor.

Özellikle yüksek güvenlikli Akrep Hapishanesi olmak üzere cezaevlerindeki işkence uygulamaları ve kötü muameleler birçok uluslararası insan hakları kuruluşu tarafından gündeme getirildi. 2013’ten bu yana 19 yeni hapishane inşa edilirken, birçok mahkum hapishanedeki kötü uygulamalar, tıbbi ihmal ve işkenceler nedeniyle hayatını kaybetti. Bu uygulamalar ABD hükümeti başta olmak üzere birçok uluslararası aktör tarafından kınandı; 2017’nin ağustos ayında Washington, Mısır’ı insan hakları konusunda ağır bir dille eleştirerek ABD tarafından yapılacak yaklaşık 300 milyon dolarlık yardımın dondurulduğunu duyurdu.

Yeni STK yasası ve yasaklar

2017 yılı ifade özgürlüğü açısından da önceki yıllara kıyasla çok daha kötümser bir görüntüye sahne oldu. 24 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi tarafından onaylanan yeni sivil toplum kuruluşları yasası ülkede sivil toplumun varlığını tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemekle eleştirildi.

Yasaya göre Mısır’da sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine devam etmesi ciddi anlamda zorlaştırılırken, kurulacak tüm yeni STK’lara üyeleri arasında istihbarat birimleri, içişleri bakanlığı, dışişleri bakanlığı ve ekonomi bakanlığından temsilcilerin olacağı bir üst kurul tarafından onaylanma zorunluluğu getirildi. Yeni yasa ayrıca STK’ların hem yurt içi hem de yurt dışından fon alabilmelerini zorlaştırırken, alınması planlanan fonların en az 30 gün önceden üst kurula bildirilmesi şartını getirdi. Fonların ancak üst kurul tarafından onaylanmasının ardından alınması da zorunlu kılındı. Ülkede devam eden baskıcı ortamda sivil toplum kuruluşlarına yönelik bu denli zorlayıcı şartların getirilmesi Sisi rejimine uluslararası düzeyde eleştiriler yapılmasına neden oldu. Aralarında İnsan Hakları İzleme Örgütü, Kahire İnsan Hakları Çalışmaları Enstitüsü, Tahrir Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü ve CIVICUS gibi kurumların bulunduğu sekiz kuruluş tarafından yayınlanan bildiride Sisi tarafından onaylanan yeni yasanın ülkede faaliyet gösteren birçok sivil toplum kuruluşunun tamamen illegal kabul edilmesine yol açacağı ve bu kuruluşların faaliyetlerini yürütememesine neden olacağı vurgulandı.

Medya ve sivil aktivistler üzerindeki baskı siyaseti

Mısır yönetiminin baskıcı uygulamalarından gazeteciler, insan hakları örgütleri ve siyasiler de nasibini aldı. 22 Aralık 2016’da Mısır’daki akrabalarını ziyaret etmek isteyen Al Jazeera çalışanı Mahmud Hüseyin ülkeye girişinden iki gün sonra “yalan haber yapma ve ülkede kaos çıkarma” suçlamalarıyla tutuklandı. Aradan geçen bir yılın ardından hakkında bir tutuklama kararı bulunmamasına rağmen Hüseyin’in tutukluluk hali devam ediyor.

Benzer bir durum ülkenin başarılı genç gazeteci ve akademisyenlerinden olan İsmail el-İskenderani için de geçerli. 2015 yılında Almanya’daki German Council on Foreign Affairs tarafından düzenlenen bir çalıştaydan dönen İskenderani havaalanında gözaltına alındı. “Müslüman Kardeşler üyesi olmak” suçlamasıyla yargılanan İskenderani, hakkında henüz bir hüküm verilmemiş olmasına rağmen üç yıldır hapis yatıyor. İskenderani geçtiğimiz aralık ayında ise askeri mahkemeye sevk edildi. Mısır’da 2013’teki askeri darbenin ardından tutuklanan aktivist Ala Abdul-Fettah ve Şevkan adıyla bilinen fotoğrafçı Mahmud Ebu Zeyd’in tutuklulukları ise uluslararası düzeyde yürütülen tüm kampanyalara rağmen sürüyor. Öte yandan “yurtdışından fon almak” suçlamasıyla iki yıldan uzun bir süredir tutuklu bulunan Mada Yayın Grubu başkanı Hişam Cafer’in sağlık durumunun kötüleşmesine rağmen Mısır yönetimi, gerekli tıbbi bakımı sağlamamakla suçlanıyor.

Mısır rejimi medya ve insan hakları kuruluşlarının faaliyetlerini de yoğun biçimde hedef almakta. Mısır hükümeti El-Borsa ve Daily News Egypt gazeteleri ile Misr Al-Arabiya ve Cairo Portal haber sitelerini önce “terörist kuruluşlar” listesine ekledi, daha sonra bu yayın organlarının faaliyetlerini hükümet kontrolüne aldı. Mısır rejimi mayıs ayında aldığı bir kararla ülke aleyhine yayınlar yaptıkları gerekçesiyle çeşitli internet sitelerine erişimi yasaklamaya başladı. İlk olarak aralarında Huffington Post Arapça, Al Jazeera, Al-Sharq, Al-Arab Al-Jadeed ve Mada Masr gibi Ortadoğu’ya dair önde gelen 21 haber sitesine erişim kapatılırken, bu rakam ilerleyen aylarda 452 siteye erişimin engellenmesine kadar vardı. Mısır yönetimi ayrıca İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “Mısır Hapishanelerinde İşkence” konulu raporunun yayınlanmasının ardından kuruluşun internet sitesine erişimi de engelledi.

Cumhurbaşkanlığı adaylarına karşı tutuklama kampanyası

Mısır yönetiminin baskıcı uygulamaları siyaset sahnesinde de kendisini gösterdi. Bu durum mart ayında düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi süreçte giderek daha fazla gözlemlenmeye başladı. Bir süredir Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olacağına yönelik kamuoyunda beklenti oluşturan avukat Halid Ali’nin 2017’nin mayıs ayında gözaltına alınmasıyla başlayan Sisi muhaliflerine yönelik tutuklamalar, aralık ayında bir ordu mensubunun sosyal medya üzerinden yayınladığı video ile başkanlık seçiminde aday olacağını açıklamasının ardından tutuklanmasıyla devam etti. Halid Ali daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere salınırken, Albay Ahmed Konsova “orduda görevi devam ederken siyasi kampanya yürütmek” suçlamasıyla 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Öte yandan 2012’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde Muhammed Mursi’ye yenilen ve eski rejimin önemli aktörlerinden olan Ahmed Şefik, beş yıldır ikamet ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’nden Mısır’a geri döndü ve cumhurbaşkanlığı için yarışacağını duyurdu. Ancak ülkeye dönüşünden günler sonra Şefik yaptığı açıklamayla seçimlerde aday olmaktan vazgeçtiğini belirtti. Şefik’in kararının değişmesinde Mısır’daki istihbarat birimlerinin baskısının etkili olduğu iddiaları gündeme geldi.

Son olarak 2005’ten 2012’ye kadar Genelkurmay Başkanlığı görevini yapan ve Mısır’ın o dönemde ABD ile ilişkilerinde anahtar rol oynayan Sami Anan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olacağını açıklamasının ardından kısa bir süre sonra güvenlik güçlerince “aracında seyir halindeyken” düzenlenen operasyonla gözaltına alınması ülkede şok etkisi yarattı.

Mısır’da “eski rejim” olarak tanımlanan ve Mübarek döneminin önde gelen aktörlerini temsil eden ekolün önemli bir figürü olan Anan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olması Sisi rejimini ciddi biçimde endişelendirmişti. Bu durum bir taraftan da Sisi yönetiminin seçimlerde kendisine rakip olma potansiyeli taşıyan tüm aktörleri elimine etme konusundaki kararlılığının da göstergesi.

Mısır’ın geleceği

Gelinen noktada Sisi rejiminin bir taraftan ekonomik kötü gidiş diğer taraftan da dış politikadaki tercihleri nedeniyle sıkıntılı dönemleri atlatamadığı açık biçimde görülüyor. Mısır’daki ekonomik durum özellikle dar gelirli kesimler için giderek daha olumsuz bir hal almakta, temel tüketim ürünlerinde azaltılan devlet destekleri ve IMF ile yapılan anlaşmanın yarattığı yüksek enflasyon ülkedeki geniş kitleleri Sisi rejimine karşı daha eleştirel bir tutum almaya sevk ediyor. Böyle bir ortamda Sisi yönetiminin siyasi destek bulmak amacıyla Fransa, Rusya ve Almanya gibi ülkelerle milyarlarca dolarlık silah anlaşmaları yapması ve Süveyş Kanalı’nın genişletilmesi ya da yeni başkent kurulması gibi projelere ayrılan bütçeler nedeniyle ülke kaynaklarını efektif biçimde kullanamaması Mısır ekonomisinin kırılgan yapısını daha da derinleştiriyor.

Dış politikada da benzer bir durum görülüyor. Mısır’ın geleneksel müttefiki olan ABD’den giderek uzaklaşarak Rusya ile yakınlaşması Washington’daki çevrelerde ciddi rahatsızlık uyandırıyor. Rusya ile imzalanan silah anlaşmaları, Moskova’nın Mısır’da nükleer enerji tesisi kurması ve son olarak Sisi rejiminin Rus ordusunun askeri uçaklarının Mısır’daki üsleri kullanmasına izin vermesi, ABD tarafından endişeyle karşılandı. ABD yönetiminin son dönemde Mısır’a mali yardımı kesme tehdidinde bulunması, insan hakları ihlalleri ve dış politika tercihleri gibi konularda sert eleştiriler yöneltmesi, Washington’daki rahatsızlığın işaretleri. Öte yandan ABD medyasında son dönemde Sisi rejimine karşı ciddi düzeyde eleştirel yayınların yer alması da Washington’daki rahatsızlığın bir başka göstergesi olarak okunabilir.

Tüm bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde 2011’de yaşanan devrimden bu yana Mısır’da siyasi belirsizliğin en yoğun biçimde hissedildiği bir döneme girildiği söylenebilir. Ülkede devam eden insan hakları ihlalleri, sivillere karşı hukuksuz uygulamalar, medya ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki baskılar, ekonomik kötü gidiş ve dış politikadaki tutarsız tercihler Sisi yönetiminin geleceğini tehdit eden unsurlar olarak öne çıkıyor.

Bu bağlamda ülkedeki geniş kitleler gelecek mart ayında düzenlenecek seçimlerin Mısır’daki siyasi liderliği değiştirmesi umudunu taşıyor. Ancak 1952’den bu yana Mısır’daki hiçbir liderin seçimle görevi bırakmadığı düşünüldüğünde, önümüzdeki seçimlerin de bu anlamda bir değişim getirmesi ihtimali zayıf görünüyor.

Benzer Yazılar