Menü Kapat

Trump’ın Filistin-İsrail barış planı ne kadar gerçekçi?

Kushner’in hem Filistin hem de İsrail nezdindeki görüşmelerini son dönemde yoğunlaştırması planın detaylarının belirlenmesinde son aşamaya gelindiği şeklinde yorumlanıyor.

Ortadoğu siyasetinde ciddi dönüşümlerin yaşandığı bir dönemde, bölgenin en kadim problemlerinden biri olan İsrail-Filistin sorunu bağlamında, özellikle kapalı kapılar ardında bir takım gelişmeler yaşanıyor. Bu bağlamda öne çıkan aktörlerin başında Amerika Birleşik Devletleri geliyor. Nitekim ABD’nin yeni başkanı Donald Trump, 2017’nin başında başkanlık görevine gelişiyle birlikte, bir çözüm planı için harekete geçeceğine dair güçlü bir iradeye sahip olduğunu dünya kamuoyuyla paylaşmıştı. Danışmanlarından Jason Greenblatt’ı Filistin-İsrail özel temsilcisi olarak atayan ve damadı Jared Kushner’i de barış planının hayata geçirilmesi konusunda görevlendiren Trump’ın çalışmalarının yavaş yavaş meyve verdiği de görülüyor.

Bu çerçevede, Ekim ayında Filistin’de uzun yıllardır yaşanan siyasi ayrılığın son bulması ve Hamas ile El-Fetih’in anlaşarak uzlaşı hükümeti kurmaları, Filistin-İsrail sorununun çözümü konusunda önemli bir engelin aşıldığını gösteriyor. Diğer taraftan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın da yaptığı açıklamalarla barış konusunda istekli olduğunu belirtmesi, plana dair siyasi düzeyde bir uzlaşıya ulaşıldığı ve Trump’ın girişiminin Filistin yönetimi tarafından onaylandığını ortaya koyuyor. Son olarak, Kushner’in hem Filistin hem de İsrail nezdindeki görüşmelerini son dönemde yoğunlaştırması ise planın detaylarının belirlenmesinde son aşamaya gelindiği şeklinde yorumlanıyor.

Trump İsrail-Filistin barışını neden istiyor?

Başkanlığa seçilişinin ilk dönemlerindeki söylemleriyle ABD’nin dış politikada vites düşüreceğine dair görüşlerin oluşmasına neden olan Trump’ın son dönemdeki faaliyetleri, bu beklentilerin gerçekleşmeyeceğini ortaya çıkarmış durumda. Geçtiğimiz haftalarda uzun süren bir Asya turu gerçekleştiren Trump, daha yoğun bir mesaiyi ise Ortadoğu politikaları için harcıyor. Trump döneminde Suudi Arabistan’la olan yakın ilişkilerini daha da derinleştiren Washington, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü PYD’ye desteğini artırarak Rusya ile olan rekabette elini güçlendirecek bir adım atmak istedi. Mısır’la işbirliğini sürdüren Trump yönetimi, bir taraftan da İran konusunda yaptığı sert açıklamalarda ABD’nin Ortadoğu siyasetinde belirleyici rolünün devam edeceğinin işaretlerini verdi.

Bu durumun bir başka önemli göstergesi ise Trump’ın Ortadoğu’nun kronik sorunlarından biri olan ve hiçbir ABD başkanının çözümünde başarılı olamadığı İsrail-Filistin sorununun nihayete erdirilmesi konusunda ciddi bir hazırlık içerisinde olması. Nitekim Trump göreve geldiği ilk günlerde Ortadoğu’ya dair en öncelikli ajandasının Filistin-İsrail sorununun kalıcı olarak çözülmesi olduğunu açıklamıştı. Trump’ın Filistin-İsrail sorununun çözümünde bu derece ısrarcı olması üç temel yaklaşımla açıklanabilir: Bunlardan ilki ABD iç politikası, ikincisi ABD’nin Ortadoğu’daki rolünün pekiştirilmesi ve sonuncusu da Trump’ın sıklıkla vurguladığı ekonomi.

Göreve geldiği günden bu yana ülke içinde ciddi bir muhalefetle mücadele etmek durumunda kalan Trump, dış politikayı başkanlık pozisyonunu meşrulaştırmak için kullanıyor. Bu bağlamda önce Ortadoğu’ya yönelik ziyaretler gerçekleştiren ABD başkanı, daha sonra Asya’da temaslarda bulunarak görevindeki yetkinliğini kanıtlamak istemişti. Her ne kadar Trump’ın aktif dış politikası seçim öncesindeki söylemleriyle çelişse de, iç politikada özellikle ABD’nin yerleşik nizamında önemli etkiye sahip olan çevrelerden gördüğü baskı nedeniyle, dış politikayı daha ön plana aldığı söylenebilir. Önceki ABD başkanları dönemlerinde dışişleri bakanları dış politikada yoğun biçimde mesai harcarken, Trump’ın dışişleri bakanı Rex Tillerson’un düşük bir profil izlediği görülüyor. Bu da Trump’ın dış politikanın yürütülmesinde öncelikli aktör olmayı tercih ettiği şeklinde yorumlanabilir.

İsrail-Filistin barışı planının Trump yönetimi tarafından bu kadar önemsenmesinin ikinci nedeni, ABD’nin Ortadoğu siyasetindeki konumunun güçlendirilmesi. Özellikle Obama yönetimiyle birlikte ABD’nin kademeli olarak Ortadoğu’dan çekildiğine dair işaretlerin ortaya çıkması, ABD içinde birçok grubu rahatsız etmişti. Bu anlamda Trump, İsrail-Filistin barışının sağlanmasında önemli rol oynayarak hem kendisi açısından büyük bir başarı elde etmeyi hedeflemekte hem de ABD’nin Ortadoğu’daki en etkili aktör olduğu kabulünü teyit etmeyi istemektedir.

Trump’ın İsrail-Filistin barış planını hayata geçirmek istemesindeki son motivasyon ise ekonomidir. Hatırlanacağı üzere, Trump’ın seçim kampanyası sırasında en fazla vurgu yaptığı noktalardan birisi ekonomiydi. Başkanlık görevine gelişinin ardından, Trump özellikle ABD ekonomisinin Ortadoğu merkezli kayıplarının giderilmesi adına hamleler yapmaya başlamıştı. Bu çerçevede önce Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yüzlerce milyar dolarlık silah anlaşmalarını hayata geçiren Trump’ın stratejisinin temelinde ise bu ülkelerin öncelikli tehdit olarak İran’ı görmeleri yatıyor. Benzer bir durum İsrail için de geçerli. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Tel-Aviv de İran karşısında oluşacak bir bloğun parçası olarak görülebilir. Bu ülkelerin ittifak bloğu oluşturabilmelerinin önündeki en büyük engel ise Filistin-İsrail sorunu. Bu sorun nedeniyle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile resmi düzeyde ilişki dahi kuramayan İsrail’in bu durumdan kurtulması, Trump’ın bölgeye dair dizaynındaki en önemli etmenlerden birisi. Filistin-İsrail barışının sağlanması yoluyla, öncelikle İsrail ile ABD etkisindeki bölge ülkelerinin normal diplomatik ilişkiler geliştirebilmesini sağlanacak, daha sonra da bu ülkelerin bir blok halinde İran karşıtı bir çizgiye gelmeleri temin edilecektir. Bu şekilde oluşacak bir bloğun hem savunma politikaları hem de diğer ekonomik faaliyetler açısından ABD ile yakın bir bağımlılık ilişkisi içine girmesi ise Washington’un önemli bir kazanımı olacaktır.

İsrail yönetiminin pozisyonu

Son bir yıldır taraflar arasında yapılan onlarca görüşmeye rağmen, Trump ve ekibi tarafından önerilen barış planının içeriğine dair bilgi paylaşımı kısıtlı düzeyde kalıyor. Öyle ki ABD yetkilileri ve sözcüleri yaptıkları açıklamalarda içeriğe dair bilgi vermezken, planın “iki taraf için de uygulanabilir” olmasına özen gösterileceğini belirtiyorlar. Çözüm konusunda iddialı bir girişim olması hasebiyle radikal önerileri içermesi beklenen planın içeriğinin Aralık ya da Ocak ayında kamuoyuyla paylaşacağı yönünde beklentiler var. Öte yandan, Washington’un yakın temas içinde olduğu İsrail lideri Benyamin Netanyahu’nun ise planın içeriğinden haberdar olduğu ve planla ilgili birçok konuda ikna edildiği belirtiliyor.

Ancak Netanyahu’nun bazı konularda çekincelerinin olduğu da altı çizilen hususlar arasında. Bu konuların başında ise Filistinliler için ayrı bir devlet öngörülmesi ihtimali geliyor. Netanyahu’nun bu konuda çekimser olduğu ve Filistinlilere tam bağımsızlık verilmesine yanaşmadığı ifade ediliyor. Bu konuda İsrail başbakanının önerisinin Filistin’e özel bir statü verilmesi, ancak Batı Şeria’nın özellikle güvenlikle ilgili kontrolünün İsrail tarafından sağlanması şeklinde olduğu söyleniyor. Bunun başlıca sebebi olarak ise İsrail’in bu konudaki paranoya seviyesindeki endişeleri gösterilebilir.

Filistin-İsrail barış planının önündeki engeller

Donald Trump’ın Filistin-İsrail barış planının hayata geçirilmesi önerisinde ne kadar ciddi olduğu, geçtiğimiz haftalarda ABD ile Filistin yönetimi arasında yaşanan “ofis” gerginliği ile ortaya çıktı. Filistin’in ABD nezdindeki ofisinin izninin uzatılmayabileceğinin açıklanması üzerine taraflar arasında üst düzey toplantılar düzenlendi. Bu toplantılar sırasında, Washington tarafından Mahmud Abbas yönetimine “barış görüşmeleri için masaya oturulması koşuluyla ofisin açık kalabileceği” söylenerek kriz geçici olarak aşıldı. Trump’ın “ofis krizini” Abbas yönetimini ikna etmek için kullanarak barış görüşmeleri önündeki Filistin tarafından kaynaklanan engellerden birini aşmayı hedeflediği söylenebilir.

Bu noktada Mahmud Abbas yönetiminin barış planıyla ilgili görüşünün pek de olumsuz olmadığı görülüyor. Nitekim Eylül ayında yaptığı bir açıklamada Abbas, Trump’ın Filistin-İsrail sorununun çözümüne dair planından “umutlu” olduğunu ifade etmişti. Abbas ayrıca, kendi ekibiyle Trump’ın yetkilendirdiği kişilerinin Ocak 2017’den Eylül ayına kadar en az 20 kez görüştüğünü belirtmiş ve sadece bu görüşme trafiğinin Trump’ın çözüm konusundaki istekliliğini gösterdiğini vurgulamıştı.

Filistin’le ilgili bir başka engel ise hem Batı Şeria hem de Gazze’de uzun yıllar İsrail’in işgal politikalarına karşı mücadele etmiş sivil ve siyasi çevreler. Bu kesimlerin ikna edilmesi, barış planının hayata geçirilmesi açısından büyük önem taşıyor. Hamas’ı uzlaşı hükümetine dahil ederek bu sorun kısmen aşılmış olsa da, barış planı masaya getirildiğinde farklı toplumsal grupların endişelerini karşılamak amacıyla daha farklı ve sert adımların atılması ihtimali gündeme gelebilecektir.

Filistin tarafında rahatsızlık yaratan bir başka konu da Trump’ın barış planını hayata geçirmek adına görevlendirdiği Jason Greenblatt ve Jared Kushner’in Musevi olmaları ve İsrail’le olan yakın ilişkileri. Kushner’in İsrail başbakanı ile yakın temas halinde olması ve ailesinin de bu ülkede büyük yatırımlarının bulunması Filistinliler için bir endişe kaynağı. Bu ikilinin başını çektiği bir ekibin Filistin tarafının taleplerini göz ardı edeceği görüşü öne çıkarken, bu durumun kamuoyunun konuyla ilgili algısını ciddi biçimde etkileyeceği tahmin ediliyor.

Trump’ın barış planının, Filistin tarafının en başat talebi olan “iki-devletli çözüm” seçeneğini ne derece karşılayacağı ise belirsizliğini koruyor. Nitekim gerek Trump’ın konuyla ilgili açıklamalarında gerekse de Kushner’in temasları sırasında “bağımsız bir Filistin devleti” oluşturulması seçeneğini zikretmemeleri, Kudüs’ün bu anlamda en temel talebinin karşılanması ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bağımsız bir Filistin devletinin kuruluşunun öngörülmediği, İsrail’in işgal ettiği topraklarla ilgili herhangi bir düzenlemeyi kabul etmediği ve Tel-Aviv’in yerleşim politikasını değiştirmediği bir barış planının Filistinliler açısından kabul edilmesi mümkün gözükmüyor.

Netanyahu’nun yolsuzluk soruşturması

İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu’nun yolsuzluk iddiaları nedeniyle soruşturma geçirdiği bir dönemde barış planının gündeme getirilmesi ise bir başka tartışma konusu olarak ortaya çıkıyor. İsrail kamuoyu nezdinde olumsuz bir algıya sahip olan Netanyahu için Trump’ın desteği ve ortaya atılacak bir barış planı sürecinin hayata geçirilmesi, gündemin yeni bir boyuta çekilmesi anlamında büyük önem taşıyor. Diğer taraftan, Netanyahu’ya yönelik ithamların ve yargılamaların yoğun şekilde yaşandığı bir dönemde barış planının hayata geçirilebilmesinin zorluğu da belirtilmesi gereken bir başka husus. Benzer bir durum Mahmud Abbas için de geçerli: Özellikle Fetih ve Hamas’ın uzlaşı hükümeti kurmalarının ardından Abbas’ın koltuğunun belirsiz bir hale geldiği görüşü ağır basıyor. Nitekim, son dönemde Filistin siyasetinde ciddi etkiye sahip olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Mahmud Abbas yerine alternatif bir lider arayışı içerisinde oldukları da ifade ediliyor.

Sonuç olarak, Ortadoğu’daki siyasi gelişmeler bağlamında değerlendirildiğinde, Filistin-İsrail barışının güç, ancak imkansız olmadığı söylenebilir. Sürecin hangi yöne evrileceği ise tarafların benimseyeceği pozisyonlar çerçevesinde görülecek.

Benzer Yazılar